GenelGüncel BilgilerHaberHobilerimiz

Bağımsızlık Yolu

20. yüzyıl Amerikan edebiyatının başyapıtlarından biri kabul edilen “Bağımsızlık Yolu”, bir banliyö kasabasında yaşayan, iki çocuklu genç Frank ve April Wheeler çiftinin hikâyesini konu ediniyor.

Banliyö hayatından bunalan ve burada yaşayan insanlardan farklı olduklarına inanan Wheeler’lar, Paris’e gitme hayalleri kurmaya başlar. Ancak hayallerle gerçekler arasındaki mesafeyi aşmanın o kadar kolay olmadığı anlaşılacak, April’ın hapsolduğu hayattan kurtulma çabaları yavaşça trajediye doğru evrilecektir.

Hüsranla biten Amerikan rüyasının usta yazarı Richard Yates, mutlu görünen evlerin içindeki yalnızlıkları, tekdüze hafta içlerini izleyen gerilimli hafta sonlarını, hem gürültülü hem sessiz kavgaları keskin bir gerçekçilikle anlatıyor.

KİTAPTAN BİR ALINTI

Kostümlü provanın sesleri yavaş yavaş dinerken Laurel Oyuncuları’na orada dikilip durmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı; sessiz ve umarsızdılar, sahne ışıklarının arasından boş salona bakarak gözlerini kırpıştırıyorlardı. Kısa boylu, ciddi görünümlü yönetmenlerinin boş koltukların arasından belirmesiyle nefeslerini tutup beklemeye başladılar. Yönetmen kanatlardan gıcırdatarak bir merdiven çekti, merdiveni yarıya kadar tırmanıp durdu ve birkaç kez gırtlağını temizleyerek onlara ölesiye yetenekli bir grup, çalışmaktan çok memnun olduğu harika bir grup olduklarını söyledi.

“Kolay bir iş değildi” dedi, gözlük camları sahnede parlıyordu. “Pek çok sorunla karşılaştık ve doğrusunu isterseniz, çok fazla şey beklememeye karar vermiştim. Ama dinleyin; belki biraz klişe olacak ama bu akşam burada bir şey oldu. Bu akşam şurada otururken birden derinlerde bir yerde farkına vardım ki, bu işe ilk kez tüm yüreğinizi koydunuz.” Bir elinin parmaklarını gömleğinin cebi üzerinde açarak yüreğin ne denli basit, ne denli fiziksel bir şey olduğunu göstermek istedi; sonra parmaklarını sıkıp elini yumruk yaptı, bu yumruğu yavaşça ve hiçbir şey söylemeden uzun, dramatik bir an boyunca havada salladı; tek gözünü kırpmış, nemli üst dudağı bir zafer ve gurur edasıyla kıvrılmıştı. “Aynı şeyi yarın akşam yine yaparsanız,” dedi, “muhteşem bir gösterimiz olacak.”

Bu rahatlama duygusuyla oturup hüngür hüngür ağlayabilirlerdi. Ama onun yerine havalara sıçradılar, güldüler, birbirleriyle el sıkıştılar, birbirlerini öptüler, biri gidip bir kasa bira getirdi, sahnedeki piyanonun çevresinde şarkılar söylediler, ta ki hepsi birden eve gitme ve iyi bir uyku çekme zamanının geldiğine kanaat getirene kadar.

Çocuklar gibi mutlu, birbirlerine “Yarın görüşürüz!” diye seslendiler, arabalarını ay ışığı altında eve doğru sürerken camlarını indirip sağlık dolu toprak ve çiçek kokusunu içlerine çekmeyi akıl ettiler. Laurel Oyuncuları’nın çoğu ilkbaharın geldiğini daha yeni idrak ediyordu.

 

 

Yorum Yapin